İnsan olarak, karşılaştığımız zorluk ve sıkıntılar karşısında yanar yakınırız. Fakat, bize o kadar çok nimetler verilmiş ki... Bu nimetlere karşı şükretmeyi biliyor, nimetleri verene karşı görevimizi yapabiliyor muyuz?
Akıl, irade, iman, sağlık, su, hava, yiyecek, içecek gibi sayılamayacak kadar nimetler... Hepsi, insanın hizmetine verilmiş. Rabbimiz şöyle vaad ediyor: "Eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir." (İbrahim,7)
Allah'ın insana ihsan ettiği her iyilik bir nimettir. Biz, her okuduğumuz Fatiha Suresi'nde "Yarabbi! Bizi kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan, en doğru yolu göster." (Fatiha,6-7) şeklinde dua eder, Allah'tan nimet, iyilik ve güzellikler isteriz. Burada geçen "enamte" kelimesi "nimet verilenler" anlamında.Cenab-ı Hak, nimet verdiği kişileri şöyle açıklamaktadır:
"Kim Allah'a ve Rasül'e itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddikler, şehitler ve salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaş, ne güzel kılavuzdur." (Nisa,69).
Rabbimiz, örnek ve rehber edinmemiz gereken kişileri bizlere açıkça bildirmiş. Bunlar aynı zamanda insanlığın en seçkinleri... Nimete ulaşmış insanlar... Yani, peygamberler, sıddikler, şehitler, salihler... Buna göre nimetlerin en büyüğü, hidayet ve müslüman olma nimeti... Allah'ın insana ihsan ettiği nimet, iyilik ve güzellikler saymakla bitmez. Ancak, müslüman olma nimeti bunların en büyüğü... Çünkü,insanın hem dünyasını kurtarıyor, hem de ahiretini... Bu nimet, daha hayırlı ve devamlı...
Her nimetin bir şükrü vardır. Şükür nimeti artırır. Her nimetin şükrü de kendi cinsinden ödenir. Buğday, arpa gibi hububat maddelerine sahip olanlar, zekat ve öşürlerini yetiştirdikleri ürün cinsinden öderler. Ticaret malı ve vb. mala sahip olanlar da öyle. Elinde, zekat verme miktarına ulaşmış parası olanlar da, para cinsinden öderler zekatlarını... Allah'ın verdiği her nimete şükür gerek. Hidayet ve iman nimetini elde etmenin de şükrü kendi cinsinden ödenecek... Yani, diğer insanların da iman ve hidayet nimetini elde etmeleri için çalışmakla... İşte, cihad ve fetihlerin de gayesi budur: İslam nimetini diğer insanlara da ulaştırmak için çalışmak...
İslam, bencilliği ortadan kaldıran bir dindir. Tabiidir, yaratılışa uygundur. Cemaat halinde yaşanır. İslam, her konuda ideal bir toplum oluşturmayı amaçlar. Bunun tarihteki en ideal örneği Asr-ı Saadet'tir. O toplum, Yüce Rasülümüz Hz.Muhammed (s.a.v) öncülüğünde oluşturulmuştur. Dört büyük halife Asr-ı Saadet'i örnek almış, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Endülüs Müslümanları, Osmanlılar o örnek toplum modelini devam ettirmek için çalışmışlardır.
Mesela, Eba Eyyub el-Ensari'nin (r.a) Medine'den kalkarak, hem de 96 yaşına rağmen, Bizans içlerine sefere çıkmasının sebebi neydi? O ve diğer sahabeler istediler ki, İslam nimeti diğer insanlara da ulaşsın, onlar da müslüman olsun, onlar da dünya ve ahiret mutluğunu elde etsinler. Çünkü, insanların hepsi Allah'ın kulu ve Adem'in (a.s) çocuklarıdır. Cihat ve fetih anlayışı, insan sevgisinin zirveye ulaşmış şeklidir. İmanın kalpte hapsedilmesini engeller, iyilik ve güzelliklerin Allah'ın bütün kullarına ulaşmasını amaçlar. Müslümanlar hidayet ve iman nimetinin şükrünü ödemek anlayışına ulaştıkları zaman, bütün insanlık iyilik ve güzelliklerle dolu yaşanmaya değer hayatın ne olduğunu öğrenmiş olacaktır. Öyleyse, hidayet nimetinin şükrünü ödemek isteyen müslümanlar plan ve programlarını ona göre yapmalı ve bir çalışma modeli oluşturmalıdırlar. Ben, Milli Görüş çalışma modelinin bu anlayışa uygun olarak hazırlandığına inananlardanım.
Küçük, büyük her nimetin şükrünü yerine getirmek için gayret göstermeliyiz. Nimeti vereni unutmamalıyız. Allah Resulü şöyle buyuruyor: "Yiyip içip de şükreden kişi için, oruç tutup da sabreden kişi gibi sevap vardır. (Ramuz)
Şükür, israfı önler. Nimetin kıymetini bilmeye vesile olur. Kendisi için istediği iyilik ve güzelliklere, başka insanların da sahip olması duygusunu kazandırır.İnsanı olgunlaştırır. Rabbimizi hiç unutmamayı sağlar.
Allah Resulü (s.a.v) Allah'ın insandan istediği ibadet ve görevler konusunda o kadar titizlik gösterir ki, birinde Hz. Aişe (r.a.) validemiz sorar:
"_Ey Allah'ın Resulü! Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığı halde, kendini neden bu kadar üzüyorsun?" Yüce Resul (s.a.v) şöyle cevap verdi:
"Ey Aişe! Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı?" İşte yüce Resul'ün şükür anlayışı..
Keşke, başta krizler olmak üzere, bütün sıkıntılarımıza bir de "Rabbimize şükür" gözüyle bakabilsek!..
|