|
 |
|
www.diniresimler.tr.gg |
|
|
|
Site Admini:Resul Cengiz(12.04.2007) |
|
|
|
|
|
 |
|
Mevlana Halid-i Bağdadi |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Mevlana Halid-i Bağdadi |
24.05.2010 14:24:00
|
|
|
|
“MEVLANA HALİD-İ BAĞDADİ” KİMDİR?
Mevlana Halid-i Bağdadi, 1770-1827 yılları arasında Bağdat’ta yaşamış ve Kadiri dergahında eğitim görmüş bir Mevlevi’dir. Bağdadi, “Abdülkadir Geylani”nin el verdiği bir kimse olarak da bilinmektedir. Bu özelliği ile Halidilik ve Geylanilik, Müslümanlık’ta birbiriyle bağıntılı bir tarikat gibi görünmüştür. Ancak, daha sonra, Hazreti Hızır’dan ders aldığını ve onunla “Alemleri, ilahi katları birlikte gezerek öğrendiğini” bildiren Bağdadi, bir tarikat olmayan, ancak bir bilim ve sevgi birliği olarak tanımlanabilecek “Halidi Öğretisi” ile Geylanilik’ten ayrılmıştır.
Bağdadi ve Halidilik tarikatı ile ilgili olarak dilimizde yayınlanmış olan üç eser biliyoruz: Bunlar, “Halidiye Risalesi”, “Mecd-i Talid” (Büyük Doğuş) ve “Şemsü’s Şümus” (Güneşler Güneşi) isimli eserlerdir (K43). Yakup Çiçek tarafından dilimize çevrilen bu eserlerde, Bağdadi’nin doğum tarihi, Hicri 1190 (Miladi 1776) ve Hicri 1193 (Miladi 1779) olarak verilmiştir. Ölüm tarihi ise, Hicri 1242 (Miladi 1827) dir. Bağdadi’nin yaşam öyküsünü, söz konusu eserlerden aktararak kısaca sunuyoruz:
Bağdadi, Irak’ta, Süleymaniye’ye sekiz kilometre uzaklıktaki Karadağ kasabasında doğmuş ve orada büyümüştür. Zamanın ünlü hoca ve alimlerinden eğitim görmüş, Arapça ve Farsça nazım ve nesirdeki üstünlüğü ile en önde gelen belagat alimleri seviyesine yükselmiştir. Daha sonra, eğitimi için uzak yerlere giderek, oralarda ilmini daha yüksek mertebelere çıkarmıştır.
Bağdadi, tanınan ve takdir edilen ilmi kişiliğinin yanısıra, üstün ahlak ve “takva”sı ile de her zaman dikkati çeken bir özelliğe sahipti. “Ledunni” (kaynağı Kur’an’da gizli) bilimlere son derece vakıf olup, bu konularda o zamanın ileri gelen üstadlarından da daha ileri bir derecede bulunmaktaydı. Üstün bir zekaya, güçlü bir hafızaya ve derin bir anlayışa sahipti. Bununla birlikte, hocalarına karşı kendini küçük ve aciz gösterir; bildiği halde bilmeyen bir kimse gibi davranırdı. Bu, bir anlamda, yaptığı hayrı, iyiliği duyurmak istemeyen; ancak, yaptığı menfi bir hareketi de gizlemeye çalışmayan kimse anlamına gelen “Melami” davranışıydı. Herkes tarafından sevilen, pek sabırlı, kanaatkar ve pek muhterem bir kişiydi. Daima ruhani bir cezbe, ağlama ve tefekkür halinde bulunan Bağdadi Hazretleri, manen kemale ermiş üstün bir kişiliğe sahipti.
Bağdadi’nin, Hicri 1220 yılında Medine-i Münevvere’yi ziyareti sırasında başından geçen ilginç bir olayı kendi ağzından dinleyelim:
“Medine-i Münevvere’de, “salih”lerden biri ile karşılaşıp, özellikle irşadım konusunda faydalanmak istiyordum. Bir gün, Yemenli, “istikamet sahibi”, alim ve amil bir zatla karşılaştım. Hiç bir şey bilmeyen bir kişinin, büyük bir alimden nasihat istemesindeki tavrını takınarak, bana öğüt vermesini talep ettim. Bir çok nasihatte bulundu ve sonunda şöyle dedi: “Mekke-i Mükerreme’de, zahiri görünüşü şeriata ters düşse bile, gördüğün her şeye hemen karşı çıkmaya kalkışma”. Mekke-i Mükerreme’ye vardığımda, bir cuma günü, bir deve kurban eden kişinin eciri kadar sevaba nail olmak için, Mescid-i Haram’a erkenden geldim. Kabe’ye karşı oturup “Delail” okumaya başladım. Bu sırada, siyah sakallı, gösterişsiz, basit bir kıyafet giymiş bir adamın geldiğini ve sırtını Kabe’nin duvarına dayayıp, yüzünü bana çevirdiğini gördüm. İçimden, “Bu adam Kabe’ye karşı edep dışı davranıyor” diye düşündüm. Bu düşüncemin akabinde, o adam bana şunları söyledi:
-- “Be adam! Sen bilmiyormusun, Allah katında mümine hürmet, Kabe’ye hürmetten daha üstündür. Tutup da, benim Kabe’ye sırtımı dönüp, yüzümü sana çevirmeme itiraz ediyorsun. Hem sen Medine’de yapılan nasihati ne çabuk unuttun”.
Bu sözler üzerine, onun kesinlikle büyük bir “veli” olduğunu anladım ve hemen ellerine kapandım. Özür dileyerek beni irşad etmesini istedim. O da, “Senin irşadın bu diyarda değildir” deyip, eliyle Hindistan tarafını işaret etti. “Sana bu yönden işaret gelecektir ve irşadın orada olacaktır” diyerek sözünü tamamladı.”
Bağdadi, bu olaydan dört yıl sonra, Hicri 1224 yılında Hindistan’ın Cihanabad şehrine giderek, orada Şeyh Abdullah Dehlevi Hazretleri’nin mürşidliğinde Nakşibendi tarikatının eğitimine girer. Orada bir yıl kadar kaldıktan sonra, Şeyh Hazretleri, ona, “velayeti ikmal ettiğini”, dirayet ve tam bir vukufla “sülukunu” tamamladığını bildirir ve “irşad icazeti” verir. Hilafetin en üst derecesi olan “Hilafet-i Temme” ile onu beş tarikatta halife yapar. Bu tarikatlar, Nakşibendi, Kadiri, Sühreverdi, Kübrevi ve Çeşti’dir. Dönüşünde, Şeyh Hazretleri onunla birlikte yedi kilometre yürüyerek Bağdadi’yi yolcu eder. Bağdadi, seyahat ettiği beş gün süresince, yemez, içmez; vaktini sadece ibadet ve zikirle geçirir. Beşinci gün, Şiraz yakınlarındaki bir limandan İsfahan’a geçer.
Uğradığı her yerde, insanları hidayete davet eder. Hemedan ve Semedüc’e gelir. Senedüc’de kaldığı süre içinde, matematik, geometri, astronomi ve coğrafya tahsil eder. Hicri 1226’da, nihayet Süleymaniye’ye ulaşır. Bundan iki yıl sonra, Hicri 1228 yılında Bağdat’a yerleşen Bağdadi, burada on yıl kadar kaldıktan sonra, Hicri 1238 yılında, müridleri, “etraf-ı iyali” ve halifeleriyle birlikte Şam’a yerleşir. Kaldığı her yerde, kalabalık insan gruplarının izdihamı içersinde, bir çok alim ve emir onu ziyarete gelir. Gelenleri, tefsir, hadis, tasavvuf, fıkıh ve çeşitli ilmi konularda yetiştirmeye çalışır, irşad eder. Kudüs, Halep ve Irak’ın tamamı, özellikle Bağdat, Basra, Kerkük, Erbil, İmadiye ve Cezire bölgeleri; Güneydoğu Anadolu, özellikle Mardin, Gaziantep, Urfa ve Diyarbakır bölgeleri; ayrıca, Hindistan, Afganistan, Maveraünnehir, Mısır, Amman ve Mağrip (Batı ülkeleri) halkından pek çok kimse onun müridi olmuşlardır.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Şam'da bulunduğu sırada, onun büyüklüğünü çekemeyenler, OsmanlıPâdişâhıSultan İkinci Mahmûd'a; "Asker ve silâh topluyor, güçlenip devletinize baş kaldırmak istiyor. Ülkeni ondan koruyasın." diye şikâyette bulundular. Sultan İkinci Mahmûd Han hemen büyük âlim Şeyhülislâm Mekkîzâde Mustafa Âsım Efendiyi huzûruna çağırdı. Durumu kendisiyle görüştü. Mustafa Âsım Efendi; "Ey müminlerin emîri! Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmin Hucûrat sûresi 6. âyetinde meâlen; "Size fâsığın biri haber getirirse onu iyice araştırın." buyuruyor. Görüşüm odur ki, onun hâlini araştırıp açığa çıkarabilecek güvenilir iki kişiyi bulup yollayınız. Hiç sezdirmeden gitsinler, araştırmalarını yapıp dönsünler."
Bunun üzerine Sultan Mahmûd Han iki kimseye derviş elbisesi giydirip araştırmak için Şam'a gönderdi. Derviş kıyâfetiyle giden kimseler gizlice araştırmaya başladılar. Allahü teâlâ bu kimselerin gelişini Mevlânâ Hâlid hazretlerine mânevî olarak bildirdi. Kalbine, kendisine gelen iki misâfire ikrâmda bulunması ilhâm olundu. Derviş kıyâfetindeki bu kimseleri bulduran Mevlânâ Hâlid-iBağdâdî hazretleri onları yemeğe dâvet etti. Yemek hazırlanıncaya kadar da kendi durumunu açıkladı. Kendi evini oda oda onlara gezdirdi. Bu odalarda ev eşyâsı dışında hiçbir şey bulamadılar.
Bu hâlin Mevlânâ Hâlid hazretlerinin kerâmeti olduğunu anlayan o kimseler, saygı ve hürmetle ayaklarına kapandılar. Artık gizleyecek bir şey yoktu. Olan her şeyi açıkladılar. Ona talebe olup tasavvuf yoluna girdiler. Huzûrunda kalıp İstanbul'a dönmek istemediler. Fakat Mevlânâ Hâlid hazretleri; "Olmaz. En uygunu İstanbul'a dönmenizdir. Hazret-i Sultana durumu anlatırsınız.Verilen görevi tam yerine getirmiş olursunuz. Ancak bundan sonra isteyen buraya döner, isteyen de orada kalır. Bundan sonrası için artık bir günâh yoktur." buyurdu.
Vazîfeli iki kişi Sultan İkinci Mahmûd Hana dönüp şikâyetlerin asılsız olduğunu bildirdiler. Sultan da aldığı bu haber üzerine Allahü teâlâya hamd etti. Şeyhülislâma da bu teklifinden dolayı teşekkür etti. İki kişiden birini Mevlânâ Hâlid hazretlerinin hizmetine yolladı. O kimse Şam'a gidip senelerce Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin hizmetinde bulundu ve orada vefât edip türbesinin yanına defnedildi.
NASİHATLERİ
----Bütün gayretle, sünnetin yayılmasına ve bid'atlerin yok edilmesine çalışmalı, müslümanların, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru îtikâd üzere olmalarına uğraşmalıdır. Bu işle uğraşmadan yapılan zühd ve ibâdeti, kör, kötürüm ve ihtiyarlar da yapar.
----Namazın şart ve rükünlerini, sünnet ve edeblerini anlatan kitapları insanlara okuyup, tavsiye etmeniz büyük devlettir.İnsanlardan gelen sıkıntılara katlanmak, Allahü teâlânın beğendiği, Resûlullah'ın sevdiği ve büyük evliyânın özendiği bir ahlâktır
Şam fetvâ emîni İbn-i Âbidin hazretleriMevlânâ Hâlid hazretlerinin sevdiklerindendi
O esnâda talebelerinden İbni Âbidîn içeri girer Efendim! der, dün gece rüyâmda Hazret-i Osman vefât etmiş. Büyük bir kalabalık vardı, cenâze namazını ben kıldırdım…
-Ey İbn-i Âbidîn! Pek yakında cenâze namazımı kıldırırsın, çünkü ben, Hazret-i Osmanın evlâdındanım!
Vakit yaklaştığında Mevlânâ Hazretleri, sevdiklerine vasiyette bulunur: Sakın şekil ve şemâilimi sayarak ağıt yakmayın. Beni seven, Allah rızâsı için bayramlarda kurban kessin, sevâbını rûhuma bağışlasın. Ardımdan Kurân-ı kerîm okusun, hatim dualarında adımı ansın. Yaşım elli, kaza borcum yok ama siz yine de 35 yıllık farzları iskat etmeyi unutmayın!
Mevlânâ Hâlid hazretleri, o gece yatsıdan sonra çoluk çocuğunu yanlarına çağırır, helalleşir ve son namazlarına dururlar. Bundan böyle sadece Allahü teâlânın kudretini tefekkürle meşgûl olurlar. Her âzâları, hattâ mübârek saçları Hakkı zikreder, ev halkı buna ayan beyan şahit olurlar.
Cenâze namazını emredildiği gibi İbn-i Âbidîn kıldırır ve onu da birçok nebi ve velinin yattığı Kâsiyûn Dağına bırakırlar…
Mevlana Halid-i Bağdadi, Hicri 1242 (Miladi 1827) yılında, “Zilkade”nin 14. Cuma gecesi, Taun hastalığından vefat etmiştir. Kabri, Şam’da, Salihiye’de olup, Müslümanlar’ın ziyaretine açıktır. |
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
www.diniresimler.tr.gg |
|
|
|
|
|
 |
|
C.R (12.04.2007) |
|
|
|
|